Aslında insanlık için bir anlam ifade etmeyen bir ömrüm var. Bu ömrümün yarısından biraz fazlası da bu şehir de geçti. Yani aslında beni ben yapan birçok şey bu şehre ait. Bu şehir benim her şeyim. Aşık olduğum, şiir yazdığım, sokaklarında gülüp ağladığım. Koştuğum... Kavga ettiğim, polisle çatıştığım. Hep bu şehirde yaptım bunları. Ama yine bu ömrümün bu yarısına yakın süresi boyunca "Denizsiz Şehir" yaftasını yiyen bu şehirde hep aşağılık kompleksine sahip olmamız beklendi. Burayı sevmenin başka bir yeri sevmemize, denizi olan bir şehri sevmenin ise burayı sevmemize engel olduğunu empoze etmeye çalışıp durdu deniz insanları. Anlayamadık, hep bocaladık biz de. Şimdi ise bu şehre sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum.
Hazinlidir aslında hikayesi. Hep denizi olan şehirlerden gelenler ona karşı hınç beslerler. Sevimsiz, nemrut, gri diye niteleyip yargılarlar. Şehirlerin en günahkarı ilan ederler onu. Bir fiskede yıkmayı, bir tükürükle boğmayı isterler. Aslında hiç haketmese de bunları... Belki de en kıyıda köşede kalmış en fazla şefkate ihtiyacı olan başkentidir dünyanın bu yüzden. Ancak bu denizi olan şehirlerden gelenler bilmezler ki onun içine eden; yine o denizi olan şehirlerin zihniyetidir. Onu o haliyle sevmeye çalışmayıp hep kendine benzetmeye çalışan, bencil ve samimiyetsiz zihniyet...
Deniz iki yüzlüdür, hep gizler asıl yüzünü. Hep saklar aslını. Eskiler " Derdini dök deryaya, o alır her nasılsa." demiş. Evet o denizler hep pis, dertli şeyler taşırlar içlerinde. Hangi şehrin denizi güzel kokar. Hep pistir o denizler. Döker şehirliler içlerindeki pislikleri ona; nasıl olsa o örter diye. Hangi şehrin denizi dibini gösterebilir sizlere. Azıcık oynattımı rüzgar, çıkar dibindeki balçıklar yüze. Şimidi bu pislik deryalarını bize mi örnek gösteriyorsunuz. Güleyim...
Hep gri, soğuk derler bu şehre. İki yüzlü deniz zihniyetine gerçekçi kara havası gri ve bunaltıcı gelir. Burda dert, denize değil bir birayla birlikte dostun içine dökülür. Sırdaşın canlı ve kanlı olur bu şehirde. Burda sokakların belleği yoktur. O bellek sizsinizdir. Burda binaların ruhu yoktur. O sizindir. Burda işlemez o melankolik deniz histerisi. Burda netlik vardır. Belki hoşa gitmez ama dobradır tavır. Gerçekler, görülmemek için denize dönülmez. Farklılıklar denizin hemzeminliği ile zahiri olarak silinmez. Farklılığınız sizindir.
Yine o deniz zihniyeti, nesi var bu şehrin diyor bize. Söyleyeyim; bu şehirin, insanı dağıtmasın diye hiç birşeyi yok. Sizi ulaşmak istediğiniz yere odaklıyor. Levent'ten Sanayi Mahallesi'ne geçen biri nasıl irite olmadan yaşar onu bir Ankaralı olarak anlayamam örneğin. Tarlabaşı'nın üstünün Taksim onun da öte yanının Cihangir olması nekadar rahatsızlık verir bünyeye bunu hiç anlamayacak şol deniz insanları.
Siz denizlerinizle yalnız yaşayan yalnız insanlar; biz burda etkileşim içindeki insanlar olarak çok mutluyuz. Kendimizi pis bir suyun güzelliği ile aldatmayı reddettiğimiz için kaba, hep gerçekleri görmeye çalıştığımız için gri ve soğuk olalım. Denizle konuşacak kadar şizofrenimiz olmasın bırakın. Biz hep şehrimize bakalım siz ise şehrinize arkanızı dönüp kirlettiğiniz denizlere.
Hazinlidir aslında hikayesi. Hep denizi olan şehirlerden gelenler ona karşı hınç beslerler. Sevimsiz, nemrut, gri diye niteleyip yargılarlar. Şehirlerin en günahkarı ilan ederler onu. Bir fiskede yıkmayı, bir tükürükle boğmayı isterler. Aslında hiç haketmese de bunları... Belki de en kıyıda köşede kalmış en fazla şefkate ihtiyacı olan başkentidir dünyanın bu yüzden. Ancak bu denizi olan şehirlerden gelenler bilmezler ki onun içine eden; yine o denizi olan şehirlerin zihniyetidir. Onu o haliyle sevmeye çalışmayıp hep kendine benzetmeye çalışan, bencil ve samimiyetsiz zihniyet...
Deniz iki yüzlüdür, hep gizler asıl yüzünü. Hep saklar aslını. Eskiler " Derdini dök deryaya, o alır her nasılsa." demiş. Evet o denizler hep pis, dertli şeyler taşırlar içlerinde. Hangi şehrin denizi güzel kokar. Hep pistir o denizler. Döker şehirliler içlerindeki pislikleri ona; nasıl olsa o örter diye. Hangi şehrin denizi dibini gösterebilir sizlere. Azıcık oynattımı rüzgar, çıkar dibindeki balçıklar yüze. Şimidi bu pislik deryalarını bize mi örnek gösteriyorsunuz. Güleyim...
Hep gri, soğuk derler bu şehre. İki yüzlü deniz zihniyetine gerçekçi kara havası gri ve bunaltıcı gelir. Burda dert, denize değil bir birayla birlikte dostun içine dökülür. Sırdaşın canlı ve kanlı olur bu şehirde. Burda sokakların belleği yoktur. O bellek sizsinizdir. Burda binaların ruhu yoktur. O sizindir. Burda işlemez o melankolik deniz histerisi. Burda netlik vardır. Belki hoşa gitmez ama dobradır tavır. Gerçekler, görülmemek için denize dönülmez. Farklılıklar denizin hemzeminliği ile zahiri olarak silinmez. Farklılığınız sizindir.
Yine o deniz zihniyeti, nesi var bu şehrin diyor bize. Söyleyeyim; bu şehirin, insanı dağıtmasın diye hiç birşeyi yok. Sizi ulaşmak istediğiniz yere odaklıyor. Levent'ten Sanayi Mahallesi'ne geçen biri nasıl irite olmadan yaşar onu bir Ankaralı olarak anlayamam örneğin. Tarlabaşı'nın üstünün Taksim onun da öte yanının Cihangir olması nekadar rahatsızlık verir bünyeye bunu hiç anlamayacak şol deniz insanları.
Siz denizlerinizle yalnız yaşayan yalnız insanlar; biz burda etkileşim içindeki insanlar olarak çok mutluyuz. Kendimizi pis bir suyun güzelliği ile aldatmayı reddettiğimiz için kaba, hep gerçekleri görmeye çalıştığımız için gri ve soğuk olalım. Denizle konuşacak kadar şizofrenimiz olmasın bırakın. Biz hep şehrimize bakalım siz ise şehrinize arkanızı dönüp kirlettiğiniz denizlere.